Sayfa içeriği haz
Hz. Fatıma Zehra (s.a) (Arapça: فاطمة الزهراء) (Hicretten önce 8, Mekke/Hicri 11, Medine) babası İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) ve annesi Hz. Hatice’dir (s.a). Hz. Fatıma (s.a), Hz. İmam Ali’nin (a.s) eşi ve Hz. Hasan (a.s) ile Hz. Hüseyin'nin (a.s) annesidir. Hz. Fatıma (s.a) Ehl-i Aba (Ashab-ı Kisa) ve On Dört Masum'dandır. Hz. Fatıma (s.a) mübahele olayında Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında olan tek kadın idi.
Kevser suresi, Tathir ayeti, Meveddet ayeti, İtam ayeti ve Biz'e hadisi gibi birçok hadis ve ayet onun hakkında nazil olmuş ve nakledilmişdir. Birçok hadiste Hz. Peygamberimiz (s.a.a) onu iki cihan kadılarının en üstünü olarak tanıttı. Ve onun gazab ve rızasını Allah’ın gazab ve rızasıya eşit olduğunu söyledi.
Hz. Fatıma (s.a) Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Ali (a.s) ile evlendi. Hz. Fatıma (s.a) ev işlerini kimseye yüklemez ve yardım alabileceği halde hepsini kendisi yapardı. Yemek, içmek ve giyimde en aza kanaat ederdi. Geceleri ise, çok ibadet ederdi. Hasan Basri şöyle diyor: “Bu ümmete Fatıma’dan (s.a) daha abid birisi gelmemiştir. O kadar çok Namaz kılardı ki namaz kılmaktan ayakları şişerdi.” Babasından öğrendiği İslami öğretileri kadınlar arasında yayardı. Hz. Peygamberimiz (s.a.a) kendisini çok sever ve her gün onu ziyaret ederdi.
Hz. Fatıma (s.a), Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, hicri on birinci yılda Cemaziyelahir ayının üçüncü günü Medine’de hayatını kaybetti. Hz. Zehra (s.a) kendi vasiyeti üzerine, gece vakti Müminlerin Emiri Ali (a.s) tarafından gizlice defnedildi.
Hz. Fatıma’nın (s.a) babası Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) ve annesi ise, Huveylid b. Esed b. Abdüluzza b. Kusay b. Kilab’ın kızı Hatice’dir (s.a).[1]
Hz. Fatıma’nın (s.a) çok sayıda lakapları vardır. Bunlar: "Zehra", "Sıddıka", "Tahire", "Raziye", "Merziye", "Mübareke", "Betül"… Bunlardan en çok bilinenleri ise, "Zehra"dır. Bazen ismiyle birlikte "Fatıma Zehra" olarak anılır veya Arapça terkibi ile "Fatımatü’z-Zehra" şeklinde gelir. Kendi isminden bile çok kullanılan "Zehra" parlayan, parlak, aydın vb. gibi anlamlara gelir.[2]
Hz. Fatıma’nın (s.a) bir kaç tane künyesi vardır. Bu künyelerin en ünlüleri şunlardan ibarettir: "Ümmü Ebiha", "Ümmü’l Eimme", "Ümmü’l Hasan" ve "Ümmü’l Hüseyin".[3]
Hz. Fatıma (s.a) Mekke’de Hz. Peygamberin (s.a.a) evinde dünyaya geldi. Ancak Şia ve Sünni kaynaklarında dünyaya gelişi hakkında farklı görüşler vardır. Ehlisünnet tarihçileri, Hz. Fatıma’nın (s.a) doğumunu Allah Resulü’nün (s.a.a) Bi’set’inden (peygamberliğinden) beş yıl önce ve Kâbe’nin yenilendiği yıl olarak kaydetmiştir.[4] Ama Kuleyni, "Usul-u Kâfi" kitabında şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma’nın (s.a) viladeti Bi’set’ten beş yıl sonra gerçekleşmiştir.[5] Yakubi ise şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma (s.a) vefat ettiğinde (şehit olduğunda) yirmi üç yaşındaydı.[6] Dolayısıyla, doğumu Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bi’set yılında olması gerekir. Aynı zamanda bu görüş, Şeyh Tusi’nin Hz. Fatıma’nın (s.a) Hz. Ali (s.a) ile evlendiğinde yaşının (Hicretten beş ay sonra) on üç olduğunu belirttiği görüşle de uymaktadır.[7]
Şia ve Ehlisünnet kaynaklarında Hz. Fatıma’nın (s.a) nutfesinin nasıl oluştuğuna dair hadisler bulunmaktadır. Rivayetlere göre Hz. Resul-ü Ekrem Efendimiz (s.a.a) Allah’ın emri ile kırk gece Hz. Hatice’den (s.a) uzak durmuş; ibadet ve oruçla geçen kırk günün ardından Miraç’a çıkmış; orada cennet yemeği yahut meyvesini yedikten sonra, Hz. Hatice’nin (s.a) yanına gelmiş ve ardından Hz. Fatıma’nın (s.a) nuru, Hz. Hatice’de (s.a) yerleştirilmiştir.[8]
Şia ve Sünni kaynakları, Hz. Fatıma’nın (s.a) Hicretin on birinci yılında dünyadan göçtüğünde ittifak etmişler, ancak ay ve gününde anlaşamamışlardır. Bu konu hakkında bazıları Hz. Fatıma’nın (s.a) biricik babasının vefatından sonra yirmi dört gün yaşadığını aktarmışlar ve bazıları ise, bu süreyi sekiz ay olarak geçmiştir. Şialar arasında meşhur olan görüş ise, babasından üç ay sonra dünyadan göçtüğü yönündedir.[9] Hz. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) Sefer ayının yirmi sekizinde vefat ettiği düşünülürse, bu tarih Cemaziyelahir’in üçüne denk gelmektedir.[10]
Hz. Fatıma’nın (s.a) doğum günü hakkındaki farklı görüşlerin olması, doğal olarak yaşadığı sürenin ne kadar olduğu konusunda da ihtilafların olmasına neden olmuştur. Bu süreyi on sekiz ile otuz beş arasında zikretmişlerdir. Eğer doğumunu Hz. Peygamber'in (s.a.a) Bi’set’inin beşinci yılının Cemaziyelahir ayı olarak ve şehadetini de Hicretin on birinci yılı olarak ele alırsak, bu iki tarih arasındaki fasıla on sekiz küsür yıl olacaktır. Bu görüş, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) nakledilen iki güvenilir rivayetle de desteklenmektedir.[11]
Hz. Fatıma (s.a) babası Hz. Resul-ü Kibriya Efendimizin (s.a.a) evinde ve onun dini eğitim ve terbiyesi altında yetişti.[12] Çocukluk dönemi – ki İslam’ın olgunlaşmaya başladığı ve Müşrikler tarafından Müslümanlara baskıların yapıldığı dönemlere rastlamaktadır- baştan ayağa Müslümanlar için imtihan ve işkencelerin olduğu bir dönemdir.[13] Bu devre, kuru ve yakıcı Şi’b-i Ebi Talip deresindeki açlık, susuzluk ve acılarla geçen; ayrıca ekonomik ve sosyal abluka ile muhasaranın olduğu bir devredir. Bu vakitler aynı zamanda Hz. Fatıma’nın (s.a) azizlerini kaybettiği vakitlerdir. Annesi Hz. Hatice (s.a) ve aynı şekilde Hz. Peygamber'in (s.a.a) en önemli hamisi olan amcası Ebu Talib’in (a.s) hayatlarını kaybettiği dönemlerdir.[14] İşte bu dönemlerde babası Hz. Peygamber'i (s.a.a) desteklemesi ve kendisini yatıştırmasından dolayı Hz. Peygamber (s.a.a) kendisine “Ümmü Ebiha” (babasının annesi) lakabını takmıştır. Bu da onun Hz. Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) yanındaki değer ve makamını ortaya koymaktadır.[15]
Müslümanların Mekke’den Yesrib’e hicretleri de bu dönemlerde gerçekleşmiş ve sonraları bu Hicret İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.[16] Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Medine’ye gittikten sonra, ailesi de oraya gittiler. Belazuri şöyle yazmaktadır: Zeyd b. Harise ve Ebu Rafi, Hz. Fatıma (s.a) ve Ümmü Gülsüm’ü oraya götürmekle görevlendirilmişti.[17] Ancak İbn-i Hişam, Abbas b. Abdulmuttalib’in onları götürmek için görevlendirildiğini yazmıştır.[18] Her ne olursa olsun, Hz. Zehra (s.a) ve Ümmü Gülsüm, kendilerini götürmekle görevli kişilerin eşliğinde hicret etmişlerdir. Bu esnada Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) azılı düşmanlarından ve devamlı kendisini kötüleyen Huveyris b. Nukeyz onların yanına gelerek, develerine zarar vermiştir. Deve ürkerek kaçınca, Hz. Fatıma (s.a) ve Ümmü Gülsüm yere düşmüş ve yaralanmışlardır. İbn-i Hişam ve bazı tarihçiler Hz. Fatıma’nın (s.a) bu olayda yaralandığını belirtmemişlerdir. [19]
Bu belgelerin mukabilinde yine önemli tarihçilerden olan Yakubi ise: Hz. Ali b. Ebu Talip'in (a.s) onu Medine’ye götürdüğünü yazmaktadır.[20] Şia kaynakları Yakubi’nin yazdıklarını teyit etmektedir.[21] Örneğin Şeyh Tusi, “Emali” kitabında Hz. Peygamberin (s.a.a) Kuba’da beklediğini ve "Amca oğlum Hz. Ali b. Ebu Talip ve kızım gelmeyene kadar Medine’ye girmeyeceğim" dediğini yazmıştır. Tıpkı Şeyh Tusi’nin yazdığına göre, Hz. Fatıma’nın (s.a) yanı sıra İmam Ali’nin (a.s) annesi Hz. Fatıma binti Esed ve Abdülmuttalib b. Zübeyr’in (Dabaet’in nakline göre Zübeyr’in) kızı Fatıma da Hz. İmam Ali (s.a) ile birlikte hicret etmişlerdir.[22]
Hz. Fatıma’nın (s.a) çok taliplisi vardı. Hz. Peygamberin (s.a.a) ashabından Ömer, Ebu Bekir, Abdurrahman b. Afv vb. gibileri kendisine talip olmuşlar, ancak Peygamber Efendimiz (s.a.a) kabul etmemiş[23] ve onlara cevap olarak şöyle buyurmuştur: "Fatıma daha küçüktür". Ancak Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma’yı (s.a) istediğinde Peygamberimiz (s.a.a) kabul etmiştir.[24] Peygamber Efendimiz Hz. Fatıma’ya (s.a) şöyle buyurmuştur: “Seni ilk Müslüman olan kişiyle evlendiriyorum” [Not 1] [25] Aynı şekilde Muhacirlerden de bir grup Hz. Fatıma’ya talip olmuş,[26] ancak Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Fatıma’nın evlilik işi Allah’ın elindedir. Eğer kendisi uygun görür ve münasip bilirse, o şekilde olacaktır ve ben ilahî hükmü beklemekteyim" [Not 2].[27]
Hz. Fatıma’nın (s.a) Hz. Ali (a.s) ile evliliği Hicretin ikinci yılında Medine’de[28] gerçekleşti. Hz. Fahr-i Kâinatın (s.a.a) kızının mehri, yaklaşık olarak 400 dirhemdir. İmam Ali (a.s) eşyalarından birisini satarak bu parayı elde etti. Bu eşyanın ne olduğu konusunda fikir ayrılığı vardır. Bazı tarihçiler bunun kalkan, bazıları koyun derisi yahut Yemen gömleği veya deve olduğunu yazmışlardır. Her ne olursa olsun, Hz. Ali (a.s) o eşyasını satarak Peygamber Efendimiz'in (s.a.a) yanına gelir. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) parasını saymadan bir kısmını Bilal’e verir ve şöyle der: “Bu para ile kızıma güzel koku al!” ve geri kalan parayı ise, Ebu Bekir’e verir ve şöyle der: “Bu parayla kızımın ihtiyaç duyduğu şeyleri temin et.” Ammar-ı Yasir ve birkaç yarenini de Hz. Zehra’nın (s.a) çeyizine uygun görülen şeyleri almaları için Ebu Bekir’le gönderir. Şeyh Tusi, Hz. Zehra’nın (s.a) çeyizini şu şekilde kaydetmiştir: Yedi dirhem değerinde bir gömlek, dört dirhem değerinde bir başörtüsü, Hayber malı siyah bir kadife, hurma liflerinden yapılmış bir divan, üzeri hurma yaprakları ile örülmüş bir divan, Mısır keteninden mamul ve birinin içi lifle, öbürünün ise yünle doldurulmuş iki döşek, içleri izhirden (Mekke samanı, Burya bitkisi, bir çeşit ince yapraklı ve ilaç özelliği de olan kokulu bir bitkiden) doldurulmuş Taif derisinden dört yastık, yünden yapılmış bir perde, Hacer yapımı bir hasır (Hacer’den maksat Bahreyn'in merkezidir). [Not 3], bir el değirmeni, bakır bir çamaşır leğeni, deriden yapılmış bir su kabı, ahşap bir kap, süt sağmak için bir kâse, su için bir kırba (tulum), ziftle kaplanmış mitehre (ibrik, abdest kabı ve temizlikte kullanılan şeyler), yeşil bir testi ve topraktan yapılmış birkaç tane çömlek.[29]
Evliliğin üzerinden birkaç gün geçmemişti ki Hz. Fatıma’nın (s.a) Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) uzak kalışı kendisine ağır gelmişti. Çünkü uzun yıllar boyunca yanında kalmıştı ve Hz. Hatice’nin (s.a) hatırasını Efendimize (s.a.a) yaşatmaktaydı. Hz. Hatice’nin (s.a) vasfı hakkında şöyle buyurmuştur: “Hatice’nin (s.a) yerini kim alacaktır? İnsanlar beni yalanladıklarında o doğrulamış; herkes beni terk ettiğinde o Allah’ın dinine iman ve malıyla yardımcı olmuştur.” Bundan dolayı damat ve geline kendi evinde yer verme kararı aldı. Hz. Hatice’nin (s.a) yadigarının her zaman yanında olmasını istedi. Ancak o, şu anda Hz. Ali’nin (s.a) eşiydi ve onun evinde kalmalıydı. Eğer kendi evine yakın bir yerde onlara bir yer hazırlarsa, rahatlayacaktı. Ama Medine Müslümanlarının zahmete düşebilmeleri de mümkündü. Sonunda gelin ve damada kendi evinde yer vermeye karar verdi. Ancak bu zor bir işti. Çünkü kendi evinde iki kadın (Sevde ve Ayşe) yaşamaktaydı.
Ashabından Harise b. Numan bu olaydan haberdar olarak Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gelir ve şöyle der: Benim evlerimin hepsi sana yakındır. Kendim ve neyim varsa hepsi sizindir. Allah’a and olsun ki malımı bana bırakmandan alman daha sevimlidir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) cevap olarak şöyle buyurur: "Allah seni mükâfatlandırsın". O günden sonra Hz. Fatıma (s.a) ve Hz. Ali (a.s) Harise’nin evlerinden birisine taşındılar.[30]
Hz. Fatıma (s.a) yemek ve giyimde en aza kanaat ederdi. Ev işlerini de kimseye yüklemezdi. Su taşımaktan ev süpürmeye, mısır veya buğday öğütmekten çocuk bakmaya, hepsini kendisi yapardı. Bazen tek eliyle değirmeni çeker, buğday veya mısırı öğütür ve diğer eliyle de bebeğini uyuturdu.[31] İbn-i Sa’d kendi senediyle İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Zehra (s.a) ile evlendiğimizde yer sergimiz koyun derisi idi. Geceleri onun üzerinde uyur ve gündüzleri su taşıyan devemize onun üzerinde ot verirdik. Bu deveden başka bir hayvanımız da yoktu.[32]
Hz. Ali (a.s) Ben-i Sa’d kabilesinden bir adama şöyle der: "Fatıma ve kendi hakkımda sana bir şey anlatmamı ister misin? Fatıma babasının gözünde en değerli kişi idi. O, benim evimde kırba ile çok su taşıdı. O kadar çok el değirmeni ile bir şeyler öğüttü ki ellerinin içi nasır bağladı. Evi o kadar çok süpürdü ki örtüsü toprak rengini aldı.[33]
Rivayetlerde nakledildiğine göre, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) ve Hz. Ali’nin (a.s) evine gelir, onlara sevgisini gösterir ve çokça iltifatlarda bulunurdu. Bir gün Hz. Fatıma’ya (s.a) “Eşini nasıl buldun?” diye sorar. Hz. Fatıma (s.a) şöyle cevap verir: "En üstün eştir…" Daha sonra Hz. Ali’ye (s.a) Hz. Fatıma’yı (s.a), Hz. Fatıma’ya (s.a) da Hz. Ali’yi (s.a) koruyup kollamasını öğütler. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Allah’a and olsun ki o günden Fatıma (s.a) hayatta olduğu son güne kadar onu öfkelendirecek hiçbir iş yapmadım ve hiçbir şeye onu zorlamadım. O da hiçbir zaman beni öfkelendirmedi ve hiçbir şeyde itaatsizlik etmedi. Gerçekten ona her baktığımda üzüntü ve kederim bertaraf olur giderdi. [34]
Hz. Fatıma (s.a) Hz. Ali (a.s) ile müşterek yaşamında evin işlerini görür, yemek ve ekmek hazırlardı. Hz. Ali (a.s) ise, ev dışındaki işleri yapar, yaşam gereklerini yerine getirirdi.[35]
Uhud Savaşı'ndan sonra, Hz. Zehra’ya (s.a) "babasının savaş esnasında yaralandığı, bir taşın yüzüne isabet ettiğini ve yüzünün kanlara boyandığı" haberini verirler. Hz. Zehra (s.a) bir grup kadınla birlikte yola düşer. Yanlarına su ve yiyecek şeyler de alarak savaş meydanına giderler. Kadınlar yaralılara su verir ve yaralarını sararlar. Hz. Fatıma (s.a) babasının yarasını temizler,[36] ancak kan durmaz. Kanın durması için biraz sazlık yakar ve külünü yaraya koyar.[37] Bu savaşta Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza (a.s) ve yetmişin üzerinde Müslüman şehit olur. Bu olaydan sonra, tıpkı Vakıdi’nin yazdığına göre, Hz. Fatıma (s.a) iki üç günde bir kendisini Uhud’a ulaştırır, şehitlerin mezarlarının başında ağlar ve onlara dua ederdi.[38]
Peygamber kızı, Hz. Ali’ye (a.s) "Hasan" ve "Hüseyin" (a.s) adlı iki oğul ile "Zeynep" ve "Ümmü Gülsüm" adlarında iki kız vermiştir. Tarih ve siyer yazarlarından hiç kimse bu dört çocuğun varlığı hakkında tereddüt etmemişlerdir. İmam Hasan (a.s) Hicretin üçüncü yılı Ramazan ayının ortasında ve İmam Hüseyin (a.s) ise, Hicretin dördüncü yılı Şaban ayında dünyaya gelmiştir.[39]
Şianın tezkire yazarlarıyla bir grup Ehlisünnet uleması, Peygamber kızının ‘‘Muhsin’’ adlı bir oğlunun daha olduğunu yazmışlardır. Hicretin 236. yılında vefat eden Kureyş nesep yazarı Mus’ab Zübeyri "Muhsin" ismini zikretmemiştir. Ancak Belazuri (Ölümü 279) şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma (s.a) Hz. Ali (a.s) için "Hasan", "Hüseyin" ve "Muhsin" adlı çocukları doğurmuştur. Muhsin küçük yaşta ölmüştür.[40] Ayrıca şöyle yazmaktadır: Muhsin dünyaya geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma’ya (s.a) şöyle sordu: "Ona ne ad koydun?" Dedi ki: "Onun adı Muhsindir".[41] Ali b. Ahmed b. Said Endülüsi (384–456) "Cumhuretu Ensabü’l Arab" adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Muhsin küçük yaşlarda öldü.[42]
Şeyh Müfid, Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Fatıma’dan (s.a) olma çocukları hakkında şöyle yazmaktadır: Hasan, Hüseyin, Zeyneb-i Kübra ve künyesi Ümmü Gülsüm[43] olan Zeyneb-i Suğra. Bu babın sonunda ise, şöyle yazmaktadır: “Şialar diyorlar ki Fatıma (s.a), Peygamberden (s.a.a) sonra bir çocuğunu düşürdü. Ona gebe olduğu sırada onun adını "Muhsin" koymuştu.”[44] Taberi ise şöyle yazmaktadır: “Diyorlar ki Fatıma’nın (s.a) Ali’den (a.s) olma küçük yaşta ölen "Muhsin" adlı bir çocuğu daha vardı.” Şii rivayetlerde ve bazı Ehlisünnet kitaplarında kaydedildiğine göre bu çocuk (Muhsin) Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra yaşanan çekişme ve kargaşa sırasında Hz. Fatıma’nın (s.a) aldığı darbe sonucu düşmüştür.[45]
Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) vefat ettikten sonra, gücü ele geçiren Ebu Bekir, onun mirasının [Not 4][46] tasarruf edilmesi emrini verdi. Peygamber kızı Hz. Fatıma (s.a) "Ben Peygamberin kızıyım ve herkesin babasından miras aldığı gibi, ben de babamdan miras alırım" dese de Ebu Bekir şöyle söyledi: Ben Peygamberden şöyle buyurduğunu duydum: "Biz peygamberler miras bırakmayız. Bizlerin geride bıraktıkları şeyler sadakadır." Hz. Fatıma (s.a) bu sözü duyunca hayretlere kapılarak, "Ben onun varisi olduğum halde nasıl olur da benim bu hadisten haberim olmaz yahut hepinizden Peygambere (s.a.a) daha yakın olan Ali’nin (a.s) nasıl olur da bundan haberi olmaz?!" dedi. Hz. Fatıma (s.a) bu şekilde şiddetle halifenin karşısında durmuş; Muhacir ve Ensar Peygamberin (s.a.a) mescidinde olduğu sırada bir hutbe (Fedekiye Hutbesi) okuyarak Kur’an’da geçen miras ayetleri ile Ebu Bekir’i şiddetle kınamıştır.
Yalnızca Şia uleması değil, tıpkı bazı Ehlisünnet ulemalarının yazdığına göre, Hz. Peygamber (s.a.a) hayatta iken "Yakın akrabaya hakkını ver." [Not 5] İsra, 26. ayet nazil olunca Fedek’i Hz. Fatıma’ya (s.a) verdi.[47]
Sahih-i Buhari’de rivayet edildiğine göre, Ebu Bekir, Hz. Fatıma’ya (s.a) Hz.Peygamber'in (s.a.a): "Biz peygamberler miras bırakmayız ve bizlerin geride bıraktıkları sadakadır" buyurduğunu söyleyince, Hz. Fatıma (s.a) öfkelenir ve ondan yüzünü çevirerek, ölünceye kadar ondan uzak durur.[48] Hz. Fatıma’nın (s.a) öfke ve rahatsızlığı yalnızca Şia kitaplarında değil, bilakis Ehlisünnet kaynaklarında da nakledilmiştir. Hz. Peygamber'den (s.a.a) şöyle bir rivayet nakletmektedirler: “Fatıma benim bir parçamdır; her kim onu öfkelendirirse, beni öfkelendirir.[49] Buna ek olarak, Fedek’i gasp edenler burada Hz. Fatıma’nın (s.a) sözlerini yalanlayarak, başka bir problemle karşı karşıya kalmışlardır. Şöyle ki onun yalanlanması Hz. Fatıma’yı (s.a) her türlü günah ve çirkinlikten paklayan Kur’an’ın “Tathir Ayeti” ile çelişmekte ve bu durum bu kişiler için sorun teşkil etmektedir.
TURCAV Burs Başvuru Formunu PDF formatında bilgisayarınıza veya telefonunuza indirmek için: