Hz. İmam Hasan el-Askerî (a.s.)

İmam Hasan Askeri (232-260 h.k.) (Arapça: الإمام الحسن العسكري), Hz. Muhammed'in soyundan gelen On İki İmam'ın on birincisidir. Babası İmam Hadi'nin şehadetinden sonra hicri 254'te imamet makamına ulaştı. Hz. Peygamberimizin (s.a.a) müjdelediği, bütün ilahi dinlerde vaat edilmiş, gelişi ile dünyayı adaletle dolduracak ve evrensel ilahi hükumeti kuracak olan İmam Mehdi'nin (a.s) babasıdır.

İmam Hasan b. Ali (a.s.) ve babası İmam Ali b. Muhammed (a.s.) Abbasiler tarafından Samerra'da askeri ordu bölgesinde zorla alıkonulmasından dolayı, Askeri lakabıyla anılmaktadır. Samerra’daki zorunlu ikamet, bu iki İmamın (a.s) tüm hareketlerinin hükümet güçleri tarafından kontrol altında tutulmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Şiiler, bu dönemde imama (a.s) ulaşma yolunda büyük kısıtlamalar ile karşı karşıya kalmıştır.

İmam Askeri (a.s) takipçileri ile temsilcileri aracılığı ile ve mektuplaşarak irtibat sağlyordu. Ör: İmam Mehdi'nin has naiplerinden biri olan Osman b. Said, o hazretin özel temsilcilerinden biri sayılmaktaydı.

İmam Hasan Askeri (a.s) 260 h.k yılının Rebiü'l-Evvel ayının sekizinci günü 28 yaşında şehadete ulaşmıştır. Babasının mezarının yanında defnedilmiştir. Bu iki imamın defnedildikleri mekan "Askeriyeyn Haremi" unvanıyla meşhurdur. Aynı zamanda Irakta bulunan Şia ziyaretgahlarından biridir.

İmam Hasan Askeri’den (a.s) Kur’an tefsiri, ahlak, fıkıh, inanç konuları ve dualar hakkında çeşitli hadisler rivayet edilmiştir.Önceki

Biyografisi

Nesebi

Hz. İmam Hasan Askeri'nin (a.s) nesebi, sekiz vasıta ile Şiilerin ilk imamı Hz. Ali b. Ebi Talib'e (a.s) yetişmekedir. [1] Babası İmam Hadi (a.s) İmamiye Şiaların onuncu imamıdır. Şii kaynaklara göre o hazretin annesi cariye idi ve Hudeys veya Hudeyse adıyla anılmaktaydı.[2] Diğer bazı kaynaklar onun adını Susen[3] Asefan[4] ve Selil[5] olarak nakletmişlerdir.

İmam Hasan Askeri'nin (a.s) Cafer adında bir kardeşi vardı ki Şialar nezdinde o, Cafer-i Kezzab /yalancı Cafer olarak bilinir. Zira o, İmam Hasan Askeri'nin (a.s) şehadetinden sonra, o hazretin bir çocuğunun olduğunu inkar etmiş kendisinin imamın tek varisi olduğunu söyleyerek, imamet iddiasında bulunmuştur.[6] Seyyid Muhammed ve Seyyid Hüseyin o hazretin diğer iki kardeşi idiler.[7]

Lakapları

Lakapları, Samit, Hadi, Rafik, Zeki ve Naki olarak zikredilmiştir. Bazı tarihçiler onun için "halis" lakabını da zikretmişlerdir.[8] Ayrıca İmam Cevadİmam Hadi ve İmam Hasan Askeri (a.s), “İbnu'r-Rıza” ortak lakabıyla da tanınmışlardır.[9]
"Askeri " lakabı da İmam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askeri'nin (a.s) ortak lakabıdır. Bunun nedeni, o hazretlerin her ikisinin de Samerra'da mecburi ikametleri sonucunda bu lakapla anılmışlardır. Samerra, Askeri bölge olması hasebiyle bu şehrin diğer bir adı da "Asker" olark anılmıştır.[10] Aynı şekilde o hazretin adının Hasan olması itibariyle, İmam Hasan Mücteba (a.s) ile isim ortaklığına binaen, o hazret, "Hasan-ı Ahir" adıyla da anılmıştır.[11]

Künyesi

İmam Hasan Askeri’nin (a.s) künyesi “Ebu Muhammed”dir.[12] Bazı kaynaklarda "Ebu'l-Hasan"[13], "Ebu'l-Hüccet"[14] ve "Ebu'l-Kaim"[15] künyeleriyle de anılmıştır.

Doğumu

Kaynaklar çoğunlukla İmam Hasan Askeri'nin (a.s) doğumunun Medine'de gerçekleştiği görüşündedirler.[16] Ancak o hazretin Samerra da doğduğu görüşüne de yer verilmiştir.[17] İmamiye mezhebine ait kaynakların çoğu o hazretin, hicretin 232. yılında Rebiülahir ayında dünyaya gözlerini açtığını belirtmişlerdir.[18] İmam Hasan Askeri'nin bizzat kendisinden nakledilen bir rivayete de aynı tarih zikredilmiştir.[19] Fakat Ehlisünnet kaynakları ve bazı Şii kaynaklarda o hazretin doğumunu, 231. h.k yılı olarak kaydetmişlerdir.[20] Şeyh Mufid, Mesaru'ş-Şia adlı eserinde imamın doğum gününün, Rebiülahir ayının onunda olduğunu kaydetmiştir.[21] Ancak kameri 6. yy.da bu iddia bir kenara itilmiş ve o hazretin doğum gününün Rebiulahir ayının sekizinci gününde olduğu görüşü şöhret bulmuştur.[22] Elbette İmamiye mezhebince meşhur olan görüş de budur.

Şehadeti

İmam Hasan Askeri (a.s), 260 h.k. yılı, Rebiülahir ayının 8. günü, Abbasi halifelerinden Mutemet'in hükumeti döneminde, 28 yaşında şehit edilmiştir.[23] O hazretin Rebiülahir ve Cemaziyelevvel aylarında şehit olduğuna dair farklı rivayetler de nakledilmiştir.[24] Tebersi'nin E'lamu'l-Vera adlı eserinde naklettiğine göre, İmamiye mezhebi mensubu alimleri, çoğunlukla İmam Hasan Askeri'nin (a.s) zehirletilerek şehit edildiği görüşündedirler. Onların dayanakları, İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilen şu hadis-i şeriftir ki o hazret şöyle buyuruyor: «Vallahi biz Ehlibeytten her birimiz ya katledilir veya başka bir şekilde şehit ediliriz.»[25] Bazı tarihi haberlerden elde edilen haberlere bakılırsa, Mutemetten önce gelmiş olan iki halife de İmam Hasan Askeri'yi (a.s) katletme girişiminde bulunmuşlardır. Bir rivayete göre Abbasi halifelerinden Mutazz, emrinde olan kimselerden birine, İmamı Kufe yolunda öldürmesi emrini vermiş, fakat haklın bu suikasttan haberdar olmasıyla, bunu başaramamıştır.[26] Diğer bir rivayete göre ise Abbasi halifelerinden Muhtedi, İmamı zindanda iken şehit etme girişiminde bulunmuş, fakat onun da bu kararı gerçekleşmemiş ve hilafeti son bulmuştur.[27] İmam Askeri (a.s), Samerra'da daha önce İmam Hadi'nin (a.s) da defnedilmiş olduğu kendi evinde defnedilmiştir.[28] Mutemet'in vezirlerinden biri olan Abdullah b. Hakan'ın[29] naklettiğine göre, İmam Askeri'nin şehadetinden sonra, pazarlar tatil edilmiş, Haşimoğulları ve kabile büyükleri, siyasi şahsiyetler ve büyük bir halk kitlesi o hazretin cenaze töreninde hazır bulunmuşlardı.[30]

Eşi

Bu konuda en meşhur görüşe göre, İmam Hasan Askeri'nin (a.s) nesli, yalnızca bir cariye olan İmam Mehdi’nin (a.s) annesi ile devam etmiştir ve ondan başka eşi olmamıştır.[31]

Bazı kaynaklar İmam Mehdi'nin (a.s) annesinin adı konusunda bir çok isimler zikretmişlerdir. Kaynaklarda nakledildiğine göre İmam Hasan Askeri'nin (a.s) Türk ve Rum asıllı çok sayıda cariyeleri vardı.[32] İmam Mehdi'nin (a.f) annesinin, bunca değişik adlarla anılmasının nedenlerinden biri, cariyelerin çokluğundan kaynaklanıyor olabileceği gibi, İmam Mehdi'nin (a.s) annesinin kimliğini gizli tutmak amacıyla da böyle bir siyaset izlenmiş olması ihtimalini göz önüne getirmektedir.[33]

Ancak her ne hikmet ve sebeple olursa olsun, önceki çağlarda İmam Mehdi’nin (a.s) annesinin adı Nergis diye tanınmış ve o şekilde Şialar arasında bilinmiştir.[34] Ancak bu adın yanında zikredilen en meşhur isim Saykal (veya Sakyal) ismidir.[35]
Süsen,[36] Reyhane ve Meryem isimlerini de zikretmişlerdir.[37] Şia ve Ehlisünnet kaynaklarının çoğunluğuna göre İmam Hasan Askeri’nin (a.s) bir tek çocuğu olmuştur o da Mehdi adıyla meşhur olan Muhammed’dir.[38]

Çocukları

Şii kaynakları çoğunlukla imam Hasan Askeri'nin (a.s), Muhammed adında Mehdi unvanıyla meşhur tek oğlunun olduğu görüşündedirler.[39] Ehlisünnet alimlerinden, İbni Esir, Şeblenci ve İbni Sebbağ Maliki de o hazretin, Muhammed adında bir oğlunun olduğunu zikretmişlerdir.[40]

O hazretin çocukları konusunda farklı görüşler de vardır. imamın 3 erkek ve 3 kız çocuğunun olduğu iddia edilmiştir.[41] Ör: Huseybi, İmam Mehdi'ye ilaveten Fatıma ve Delale adlarında iki kız çocuğundan bahsetmiş;[42] İbni Ebu's-Selc ise bu imama ek olarak Musa adında bir erkek; Fatıma ve Ayşe (veya Ümmü Musa) adlarında iki kız çocuğundan bahsetmiştir.[43] Ancak bazı Ensab /Şecere kitaplarında adı geçen şahısların, İmam Hasan Askeri'nin (a.s) erkek ve kız kardeşleri oldukları belirtilmiştir.[44] Bu durumda kardeşleri ile çocuklarının karıştırılmış olma ihtimali gündeme gelmektedir. Ayrıca bazı Ehlisünnet kaynakları, imam Hasan Askeri'nin hiç bir çocuğunun olmadığını iddia etmişlerdir.[45] Bu görüş muhtemelen 12. imamın (a.f) doğumunun gizli tutulmasından ve onların bu doğum olayından habersiz olmalarından kaynaklanmaktadır.[46]

İmam Mehdi (a.f) hicretin 255. yılında Şaban ayının on beşinde dünyaya gelmiştir. Ancak bazı kaynaklarda 256 ve 254 yılları da geçmiştir.[47]

Samerra'ya İntikal

İmam Hasan Askeri'nin (a.s) babası İmam Hadi (a.s), Irak'a gitmek zorunda kaldığı dönemde, henüz yeni doğmuş bir bebekti. İmam Hadi (a.s) Abbasi hükumetinin o günkü başkenti olan Samerra'da göz altında ve sıkı bir denetim altında tutulmaktaydı. Bu yolculukta İmam Hasan Askeri (a.s) de babasıyla birlikte idi. Mes'udi, bu yolculuğun 236 h.k yılında,[48] Nevbahti ise 233 h.k yılında[49] gerçekleştiği görüşündedirler.

İmam Hasan Askeri (a.s), ömrünün çoğunu Samerra'da geçirmiştir. O hazret, Ehlibeyt imamları (a.s) arasında hacca gidemeyen tek imamdır. Fakat Uyun-u Ahbaru'r-Rıza ve Keşfu'l-Gumme adlı eserlerde, o hazretten nakledilen bazı rivayetleri rivayet eden kişi veya kişiler, bu sözleri o hazretten Mekke'de duyduklarını söylemişlerdir.[50] Ayrıca o hazretin bu Mekke seferine ilaveten Cürcan'a / Gorgan'a da gittiği haber verilmektedir.[51]

İmamet Müddeti ve Delilleri

İmam Hasan Askeri (a.s), 6 yıl (254-260 h.k yıllarında) ümmete imamlık görevini üstlenmiştir. İmam Hadi'nin (a.s) şehadetinden sonra imam Hasan b. Ali El-Askeri'nin (a.s) imam olduğunun en önemli delili, babası İmam Hadi'nin (a.s) o hazret hakkında vasiyeti ve konuyla ilgili kendisinden nakledilen rivayetlerdir.[52]

Şeyh Mufidİrşad adlı eserinde konuyla ilgili olarak on'un üzerinde rivayet ve mektup nakletmiştir.[53] İmam Hadi'nin yarenleri ve Şiilerin çoğunluğu, o hazretin şehadete ulaşmasının hemen ardından, imam unvanıyla İmam Hasan Askeri'ye (a.s) müracaat etmişlerdir.[54] Fakat küçük bir azınlık İmam Hadi'nin (a.s) diğer oğlu Cafer b. Ali'yi (Cafer-i Kezzab/Yalancı Cafer lakabıyla meşhur) imam olarak tanımışlardır. Bir başka gurup da İmam Hadi'nin (a.s) henüz hayatta olduğu zaman dünyadan göçmüş olan oğlu Seyyid Muhammed'in imam olduğu kanaatinde sabit kaldılar.[55]

Yine Şeyh Mufid'in yazdığına göre, değerli babası İmam Hadi’nin (a.s) şehadetinin ardından İmam Hasan Askeri’nin (a.s), imamete ilişkin gerekli tüm fazilet ve erdemlere sahip olmasının yanı sıra, İmam Hadi’nin (a.s), o hazretin 11. imam olduğuna dair açıklaması da imametine delalet etmektedir[56]. Ali b. Ömer Nevfel, İmam Hadi’den (a.s) şöyle nakletmektedir: “İmam Hadi (a.s) ile birlikte evinin bahçesinde idim. Oğlu Muhammed –Ebu Cafer- yanımızdan geçti. İmama arz ettim ki: Kurbanınız olayım! Bu sizden sonraki imamımız mıdır? Buyurdular ki: Benden sonraki imamınız, Hasan (a.s) olacaktır.”[57]

Şiiler arasında bir gurup menfaatçi kimseler vardı ve bunlar, Cafer-i Kezzab-ı desteklemenin menfaatleri açısından daha uygun olduğu düşüncesiyle, İmam Hasan Askeri'nin (a.s) imamlığı konusunda şüpheler ileri sürmekte ve o hazretin imamlığını eleştirmekte idiler. Bu bağlamda İmam Hasan Askeri (a.s), babalarından hiç birinin kendisi kadar eleştiriye tabi tutulmadıklarını buyurmuşlardır. Bu gurup, ilmi açıdan yetersizliklerine rağmen, bazen imama sorular yönelttiklerini ve imamlara yaraşır tarzda cevaplar alamadıklarını iddia etmekteydiler. Bazen de imamdan aldıkları mektuplarda hatalı desturlar bulunduğunu iddia etmişlerdir. Onlar bazı durumlarda imamın giydiği elbiseye ve o hazretin giyiniş tarzına itirazlarda bulunmuşlardır. Hatta daha ileri gitmiş ve imamet konusuna ilişmişler ve imamın vekillerinin davranışlarına ve onlardan kaynaklı imamın kendisine sataşmışlardır. Yine imamın gönderdiği elçileri ve onların getirmiş oldukları desturları kabul etmiyorlardı.

İmam (a.s), onların bu gibi davranışlarının devam etmesi ve emirlere uymamaları durumunda, ilahi nimetlerin kesilebileceğini belirtmiştir. Müderrisi Tabatabai, Şia toplumunun, sonuç itibariyle masum imamın huzurundan mahrum kalmalarının nedeninin, bu küfran-ı nimetler olduğu kanaatindedir.[58]

Son olarak, Mes’udi, İsnaaşeriyye'nin cumhurunun, İmam Hasan Askeri (a.s) ve oğlu İmam Mehdi’ye (a.f) tabi olduklarını ve bu grubun tarihte Kataiyye diye meşhur olduklarını yazmıştır.[59]

Siyasi Şartlar

İmam Hasan Askeri'nin (a.s) imamet dönemi, Abbasi halifelerinden üç halife dönemine denk gelmektedir: Mutezz-i Abbasi (252-255 h.k), Muhtedi Abbasi (255-256 h.k) ve Mutemed-i Abbasi (256-279 h.k)

İmam Askeri'nin (a.s) hayatı döneminde Abbasi hükumeti, rakip emir sahiplerinin elinde oyuncak haline gelmişti. Özellikle askeri yetkililer ve komutanlar, yönetimde tesir edebilecek her türlü rolden uzak tutulmuşlardı. İmamın siyasi hayatı ile ilgili zapt edilen başta gelen konulardan biri o hazretin 20 yaşlarında bulunduğu ve babasının henüz hayatta olduğu dönem olsa gerek. Bu dönemde hazret, zamanın halifelerinden Mustain'in baş düşmanlarından olan gayet nüfuzlu emir sahiplerinden Abdullah b. Abdullah b. Tahir'e yazdığı bir mektubunda, halifenin zalim ve azgın bir kişi olduğunu yazmış ve Allah'tan onun helak olmasını talep etmişti. Bu macera, Mustain'in helak oluşundan bir kaç gün önce vuku bulmuştu.[60]

Mustain'in katledilmesinin hemen ardından o hazretin düşmanı olan Mu'tazz hükumetin başına geçmiştir. O, İmam Hasan Askeri (a.s) ve babasının, halifenin öldürülmesi ile ilgili bilgilerinin olması ihtimali ile durum değerlendirmesinde bulunmuş ve başlangıçta -en azından zahiri korumak adına- husumet hissettirecek davranışlardan kaçınmıştır. Hatta tarih belgelerinin şahitlik ettiği kadarıyla, İmam Hadi'nin (a.s) şehadetinin ardından, İmam Hasan Askeri'nin (a.s) babasının yerine imam olarak tayin edilişinin hemen ardından, o hazretin faaliyetleri bir hadde kadar kısıtlansa dahi, imam nispeten daha özgür bir durumda yaşamını sürdürmekteydi. İmamın imametinin ilk dönemlerinde başı takipçileriyle görüşmelerde bulunması, bu durumu teyit etmektedir. Fakat bir yıl sonra halife imama karşı suizanda bulunmuş ve 255 h.k. yılında imamı hapishaneye attırmıştır. İmamın zindan hayatı, bir sonraki halife olan Muhtedi'nin başa gelişinden bir yıl sonrasına kadar devam etmiştir.

Muhtedi'nin 256 h.k. yılında hilafete atanmasıyla, Şii kıyamlarla karşı karşıya kalmıştı. Bu dönemde imam zindandan çıkmış, bir kere daha imamiye fırkasının idari, mali ve toplumsal yapısını yeniden düzenleme fırsatı bulmuştu. İmamın, Abbasi hilafetinin tam merkezinde böylesine faal bir rol üstlenmesi, hilafet makamının yüreğini yeniden titretmeye başlamıştı. 260. h.k. yılı Safer ayında imam, Mutemed'in emriyle yeniden zindana atıldı ve halife şahsen imama ait haberleri takip etmekteydi.[61] imam bir ay sonra zindandan azat olumuş fakat sıkı bir koruma altında Me'mun'un veziri olan Hasan b. Sehl'in, Vasıt şehri yakınlarında bulunan evine intikal ettirilmiştir.[62]

Şialar İle İlişkisi

İmam Hasan Askeri (a.s) birkaç kez hapse atılmasının yanı sıra öteki insanlar gibi sıradan bir hayat yaşamaktaydı. Doğal olarak hareketleri hükümet güçleri tarafından kontrol altında tutulmaktaydı. Açıktır ki İmam Hasan Askeri (aleyhi selam) öteki İmamlar gibi (birkaçı hariç) özgür ve seçme hakkı olsaydı Samarra’da değil, Medine de yaşamayı seçerdi. Gerçekte İmamın (a.s) Samarra’daki uzun süreli ikameti, Abbasi halifesi tarafından göz hapsinde tutulması dışında açıklanamaz. Bu konu ve özellikle uzun süre önce Şialarca kurulan düzenli ağ, halife tarafından üzerinde titizlikle durulan bir konuydu. Bu da halifenin endişelenmesine ve korkmasına neden olmaktaydı. Dolayısıyla İmamı her daim kontrol altında tutmaktaydı.

Bundan dolayı, İmam Hasan Askeri’den (a.s) kendisini her zaman hükümet güçlerine göstermesi istenmişti. İmamın hizmetkârlarından birisinin naklettiğine göre İmam her Pazartesi ve Perşembe günü kendisini darü'l hilafet merkezine (bazı nüshalarda ise darü'l amme diye geçmiştir, bu da aynı anlama gelmektedir) göstermek zorunda idi.[63] Böyle bir durum, görünüşte imama saygı gibi gösterilse de gerçekte imamın halife tarafından kontrol edilmesi amacını taşımaktaydı.

Şialar İmamı görmekte zorluk çekmekteydi. Bir gün Halife Basra valisini görmek için gittiğinde İmamı da yanında götürmüştü. İmamın ashabı yol boyunca İmamı görmek için hazırlık yapmışlardı.[64] Bu olaydan İmamın bazı dönemlerde evinde doğrudan görülme imkânının bile olmadığı anlaşılmaktadır.

İsmail b. Muhammed şöyle demektedir: Para talep etmek için İmamın yol güzergâhı üzerinde durdum. İmam oradan geçerken ondan mali yardımda bulunmasını istedim.[65]

Başka bir ravi ise şöyle nakletmektedir: İmam bir gün darü'l hilafet merkezine gitmek için hazırlık yapmıştı. Bizler de Asker’de onu görmek ümidiyle toplanmıştık. O sırada İmamdan bize doğru şöyle bir tevki (ferman) ulaştı: Hiç kimse bana selam vermesin ve hatta bana doğru işaret bile etmesin. Zira güvende değilsiniz.[66] Bu rivayet hükümet güçlerinin Şialarla İmam arasındaki ilişkilerini hangi boyutlarda takip ettiğini güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Elbette İmam ve Şiaları çeşitli fırsatlarda birbirleriyle görüşme imkânı bulmakta ve buluşmalarını gizli tutmaktaydılar.

Şiaların İmamla görüşmesinin en iyi yollarından birisi, yazışma yoluyla idi. Bazı yerlerde buna şahit olmaktayız.[67]

İmamın Samarra’daki Konumu

İmam Hasan Askeri (a.s) oldukça genç olmasına rağmen bilimsel ve ahlaki yüksek konumu ve özellikle Şiaların İmama olan samimi inancı ve onu kayıtsız şartsız kabul etmeleri İmamın şöhretini daha da arttırmıştı. Halkın ve havasın (ileri gelenlerin) yanında ilgi odağı olması, Abbasi hâkimiyetinin birkaç istisna dışında İmama görünüşte saygılı davranmalarına neden oldu.

Meşhur Şia âlimlerinden olan ve muhtemelen İmam Hasan Askeri ile de görüşme saadetine eren Sa’d b. Abdullah Eş’ari,[68] şöyle demektedir:

Ahmet b. Abdullah b. Hakan,[69] Kum şehrinin emlak ve haraç işleriyle görevliydi. Bir gün onun meclisinde Alevilerden ve mezheplerinden söz edildi. Kendisi Aleviliğin Hz. Ali (a.s) ve evlatlarının düşmanıydı.

Dedi ki: Samarra'da Aleviler içinde, Hasan b. Ali b. Muhammed b. Rıza gibi, kendi ailesi ve Haşim oğulları yanında, ağırbaşlı, iffetli, soylu ve cömert birini görmedim. Ona o kadar saygı gösteriyorlardı ki onu içlerindeki yaşlı ve önde gelen insanların önüne geçirip değer verirlerdi. Komutanlar, vezirler ve sıradan insanlar da öyle. Bir gün babamın başucunda duruyordum. O gün babamın halkla toplantı düzenlediği bir gündü. Muhafızları içeri girdiler ve dediler ki: "Ebu Muhammed b. Rıza (Hasan b. Ali aleyhisselam) kapıdadır."

Yüksek bir sesle dedi ki: "İçeri girmesine izin verin."

İçeri esmer bir adam girdi, boyu, endamı güzeldi. Sevimli ve sempatik bir yüzü vardı. Vücut olarak göze hoş geliyordu ve henüz gencecikti. Heybetli ve görkemliydi. Babam ona bakınca, ayağa kalktı ve yürüyerek onu karşıladı. Böyle bir şeyi, Haşim oğullarından veya askeri komutanlardan birine karşı yaptığını hatırlamıyordum. Ona iyice yaklaşınca kucakladı, yüzünü ve anlını öptü. Elinden tuttu ve üzerinde oturduğu namazgâhına oturttu. Kendisi de onun yanında ve yüzünü ona döndürerek oturdu. Onunla konuşmaya başladı ve konuşması esnasında, kendisini ona feda etmekten söz ediyordu. Ben onun bu davranışları karşısında şaşkınlıktan donakalmıştım…

Babamın muhafızlarına ve özel hizmetçilerine dedim ki:

"Yazıklar olsun size! Babamın huzurunda künyesiyle andığınız ve babamın bunca saygı gösterdiği bu adam da kimdi?" Dediler ki: "Bu, Ali'nin (a.s) evladlarından biridir. Adı, Hasan b. Ali'dir. Daha çok "İbn Rıza" olarak bilinir." şaşkınlığım gittikçe artmıştı. O gün, sürekli olarak onu ve babamın ona karşı takındığı bu tavrı düşünerek kıvranıp durdum. Bu durum akşama kadar sürdü. Babamın âdetiydi; önce yatsı namazını kılar, sonra da meclis düzenleyip konuşulması gereken meseleleri konuşur, sultana ulaştırılması gereken hususları tespit etmeye çalışırdı. Namazı kılıp oturunca gelip önünde oturdum. Yanında hiç kimse yoktu. Bana: "Ey Ahmet! Bir ihtiyacın mı var?"

"Evet" dedim "babacığım. Eğer izin verirsen sana bir soru sormak istiyorum."

Dedi ki: "Sana izin verdim, Sevgili oğlum! İstediğini sor."

Dedim ki: Babacığım! Sabahleyin gördüğüm, senin de daha önce rastlamadığım şekilde hürmet ve saygı gösterdiğin, kendini, anne ve babanı kurban ettiğin o adam da kimdi?

Dedi ki: "Sevgili oğlum! O. Rafızilerin İmamı Hasan b. Ali'dir. İbn Rıza olarak bilinir." Babam bir süre sustu. Sonra dedi ki: "Sevgili oğlum! Eğer İmamlık Abbas oğullarının elinden çıkarsa, Haşim oğullarından hiç kimse bu şahıs kadar hilafet makamına layık değildir. Bu adam İmamlık makamını, fazileti, iffeti, saygınlığı, değeri, takvası, ibadeti, güzel ahlakı, salih oluşu ile hak etmektedir. Eğer onun babasını görmüş olsaydın, aydın, soylu, faziletli bir adam görmüş olurdun."

Babamdan duyduklarım karşısında sıkıntım, düşüncem ve öfkem biraz daha arttı. Babamın onun karşısındaki davranışlarını ve onunla ilgili sözlerini gereksiz ve abartılı buluyordum. Bundan sonra bütün çabam onun durumunu sormak, yapıp ettiklerini araştırmak üzerinde yoğunlaştı. Haşim oğullarından, komutanlardan, kâtiplerden, kadılardan, fakihlerden ve sıradan insanlardan ve herhangi birisinden onu sorduysam, onun son derece saygın, heybetli, yüksek bir dereceye sahip, güzel söz söyleyen biri olduğunu ve onun tüm akrabalarından ve hatta ailesinin ak saçlılarından bile önde geldiğini söyledi. Duyduklarım karşısında onun benim yanımdaki değeri arttı. Çünkü ona dost veya düşman olan herhangi birisini gördüysem, onun hakkında güzel şeyler söyleyip, onu övdü.[70]

Bu rivayetin ravisinin Ehlibeytin (a.s) azılı düşmanlarından biri olması düşünüldüğünde, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) halk ve ileri gelenler arasındaki ahlaki ve toplumsal konumunu güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. İmam Hasan Askeri’nin (a.s) hadimi şöyle diyor: İmamın hilafet merkezine gittiği günler, halk arasında şaşırtıcı bir şekilde coşku ve heyecan oluşurdu. İmamın merkebiyle geçeceği caddeler halk tarafından doldurulurdu. İmam geri döndükten sonra halkın heyecan ve coşkusu bir anda sönerdi.[71] Bu insanların çoğunun uzak ve yakın bölgelerden gelen Şialardan oluşması muhtemeldir, ancak öteki insanlar da Hz. Resulullah’ın (s.a.a) değerli evladını görmek için oldukça şevk ve arzuyla toplanmaktaydılar.

Çağdaş Halifeler

İmam Hasan Askeri’nin (a.s) imamet dönemi üç Abbasi halifesinin dönemine tekabül etmektedir. Mutaz Abbasi (k. 252-255), Muhtedi (k. 255-256) ve Mutemid (k. 256-279)[72]

İmamın Tutuklandığı Dönemler

Yukarıda değinildiği gibi İmam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askeri’nin (a.s) Abbasi halifesi Mütevekkil tarafından celp edilmesinin anlamı bu iki imamın kontrol ve gözetim altında tutulması ve Şialarla ilişkilerinin yakından takip edilmesi için şehirde hapis hayatı yaşaması anlamına gelmekteydi. Bu iki imamın bazen tutuklanarak çok ağır şartlarda kaldıkları ve özellikle düzene karşı gelindiği dönemlerde İmamın (a.s) kendisi ve yakın adamları hapse atılmaktaydı. İmam Hasan Askeri’nin (a.s) hapse atıldığına dair rivayetlerin sayısı oldukça fazladır. Saymuri, “el-Avsiya” kitabında şöyle demektedir: Kendim Ebu Muhammed Askeri’nin (a.s) Mutemid’in zindanından çıkarken kendi hattıyla şu ayeti yazdığını gördüm:

Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. 61-8 [Not 1]

Şeyh Müfid, Muhammed b. İsmail Alevi’den şöyle nakletmektedir: İmam Askeri (a.s) Ali b. Evtameş’in (veya Barmeş) bulunduğu zindana atıldı. Bu kişi, Ebu Talip hanedanına oldukça düşmanlık gütmekteydi. Ona elinden geldiğince İmama zorluk ve güçlük çıkarması emri verilmişti, ancak İmamda (a.s) gördüğü üstün vasıflardan ötürü ondaki ilahi azameti tanımış ve ona övgüler yağdırmıştı.[73]

Kaynakça

  1.  Sem'ani, El-Ensab, (1962 m /1382 h.k.) 9.c, 300.s.
  2.  Kuleyni, Kafi, (1391 h.k.) 1.c, 503.s; Müfit, El-İrşad, (1414 h.k.) 2.c, 313.s.
  3.  İbni Talha, Metalibu's-Suul, (1371 h.k.) 2.c, 78.s; Sebt b. Cevzi, Tezkiretu'l-Havas (1383 h.k) 362.s. Elbette bazı kaynaklarda, "Susen" ismi, İmam Hadi'nin (a.s) annesinin adı olarak geçmektedir. (Nevbahti, Firaku'Şia -1355 h.k.- 93.s) Diğer bir nakle göre ise İmam Mehdi'nin (a.f) annesinin adı olarak zikredilmiştir. (İbni Ebi's-Selc, Tarihu'l-Eimme, Mecmuai Nefise, -1396 h.k- 26.s.)
  4.  Nevbahti, fıraku'ş-Şia, (1355 h.k.) 96.s; Rivayete göre onun adı başlangıçta Asefan idi ve İmam Hadi (a.s) ona Hadis adını verdi.
  5.  Hüseyin b. Abdulvahhab, Uyunu'l-Mucizat, (Necef, 1369 h.k.) 123.s.
  6.  Tabesi, Hayatu'l-İmamu'l-Askeri (1382 h.k) 320-324.s
  7.  Müfit, El-İrşad, (1413 h.k.) 2.c, 311-312.s; İbni Rüstem Teberi, Delailu'l-İmamet, (1413 h.k) 425.s.
  8.  İbni Rüstem Taberi, Delailü’l İmamet, (1413 h.k) s. 425.
  9.  İbni Şehraşub, Menakibu Al-i Ebitalib, (1376 h.k.) c. 3, s. 523
  10.  İbni Hallikan, Vefeyatu'l-A'yan, (1971-1972 m.) c.2, s.95.
  11.  İbni Şehraşub, Menakib-i Al-i Ebitalib, (1376 h.k) c.3, s. 526.
  12.  İbni Rüsem Teberi, Delailu'l-İmamet, (1413 h.k.) 424.s
  13.  İbni Rüsem Teberi, Delailu'l-İmamet, (1413 h.k.) 424.s
  14.  Haz'eli, Mevsuatu'l-İmamu'l-Askeri (a.s), (1426 h.k), c.1, s. 32

TURCAV Burs Başvuru Formu


TURCAV Burs Başvuru Formunu PDF formatında bilgisayarınıza veya telefonunuza indirmek için:

Hemen İndir