İmamet (Arapça: الإمامة), Şia açısından Allah’ın seçimi ile Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ardılı(sonradan geçen) olarak, İslam toplumunun din ve dünya işlerindeki liderlik makamıdır. Bu öğreti, Şia’nın mezhep asıllarından, Şia ve Sünniler arasındaki en önemli temel farklardandır. İmamet Şia nezdinde o kadar önemlidir ki, bundan dolayı Şia mezhebine “İmamiye” de denmektedir. Şia inançlarına göre, Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) nübüvvetinin başından itibaren kendi halifesi ve Müslümanların kendisinden sonraki imamını tanıtmıştır. Hz. Resulullah (s.a.a) bu yolda aleni(açık bir şekilde) davetinin ilk aşamasında Hz. Ali’yi (a.s) kendisinden sonraki halife ve ardılı olarak tanıtmış ve ömrünün son günlerine kadar bunu çeşitli yerlerde tekrarlamıştır. Yine veda haccından dönerken yolda Gadir-i Hum denilen vadide de İmam Ali’yi (a.s) tüm ümmete tanıtmış ve kendisinden sonraki halife ve imam olarak göstermiştir.
Ehlisünnet Müslümanları, imamın varlığına ve vereceği emirlere uymayı gerekli bilmektedirler, ancak imamın halk tarafından seçileceğine inanmakta ve Hz.Peygamberimizin (s.a.a) halife olarak yerine kimseyi tayin etmediği düşüncesindedirler.
Şia imamlarının sayısı 12’dir. Onlardan ilki İmam Ali (a.s) ve sonuncusu Hz. İmam Mehdi’dir. İmam Ali’den (a.s) sonra İmam Hasan (a.s) ve daha sonra kardeşi İmam Hüseyin (a.s) imamet makamına atanmıştır. Sonra İmam Hüseyin’in (s.a) soyundan gelen 9 kişi peş peşe imamlık makamına Allah tarafından seçilmiştir.
İmamın varlığının temel felsefesi, İslam dininin korunup, gelecek nesillere aktarılmasıdır. Bundan dolayı görevini en iyi şekilde yerine getirmesi için günah işlememe melekesi, ismet ve masumiyet, ledünnü ve Allah vergisi ilim ve Allah tarafından bir velayete sahip olması gerekir.
İmamet, sözlükte liderlik ve önderlik anlamına gelir. Arapça'da imam sözcüğü, kendisine bir şeyin veya bir bireyin uymasıdır. Bu anlamda, imam kelimesi için çeşitli örnekler söylenmiştir. Örneğin: Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a), Peygamberin halifesi, Cemaat namazında imam, ordu komutanı, yolcu rehberi, çoban, deve sürücüsü, kendisine uyulan bilim adamı ve âlim.[1]-[2]-[3]-[4]-[5]-[6]
Kur'an-ı Kerim, imam sözcüğünü hem bazı insanlar için hem de başka varlıklara işaret etmek için kullanmıştır. İnsan dışında kullanıldığı yerler: levh-i mahfuz[7], açık yol[8] ve Hz. Musa’nın semavi kitabı.[9] Kur’an’ın insanlar için bu kelimeyi kullanması iki şekildedir: Hak imam, batıl imam.
Hak imamın örnekleri şunlardır: İlahi peygamberler[10], Allah’ın seçkin kulları[11] ve mustazaflar.[12]
Batıl ve kâfir imam örnekleri ise şunlardır: Firavun ve hükûmet çalışanları.[13] Kuran’da bir ayette yukarıda açıklanan tüm anlamlar, imam kelimesi için de geçmektedir: “Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla.”[14]
Kelamcılar, imameti iki şekilde tanımlamışlardır: Bazı tanımlar genel ve nübüvveti de içine alacak şekildedir. Örneğin imameti “din ve dünya işlerinde genel liderlik” gibi tarif eden tanımlamalar.[15]-[16]-[17]-[18]-[19] İkinci kategorideki tanımlar imameti din işlerinde peygamberin halifesi ve ardılı olarak göstermekte ve imama itaatı farz bilmektedir.[20]-[21]-[22]-[23]-[24]-[25] Dolayısıyla imameti : Hz. Peygamberin (s.a.a) halifesi unvanı ile“İslam ümmetinin din ve dünya işlerindeki liderliği” olarak tanımlamak mümkündür. [26]-[27]
Şia açısından imamet, İslam inançlarının temellerindendir, ancak Mutezile, Eş'aire ve diğer mezhepler füru-u dinden bilmektedir. Bu esasa göre imamet, Sünni mezheplere göre, Şia için daha çok öneme sahiptir. Şia kültüründe, imamet konusu hilafete ilave olarak başka şeyleri de kapsamaktadır. Bu konunun önemini imametle ilgili ayet ve hadislerden açıkça görmek mümkündür.
Tarihî açıdan da imamete bakılacak olursa Müslümanlar için özel bir yere sahip olduğu görülür. İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’dan (s.a.a) sonraki Müslümanlar arasında konuşulan en önemli ve hassas konu imamet konusudur. Hiçbir dinî öğreti, imamet kadar söz konusu olmamış ve üzerinde tartışılmamıştır.[28]
İslam ümmetinin Peygamber Efendimizden (s.a.a) sonraki liderliği, imamet ve hilafet olmak üzere çeşitli unvanlarla ele alınmaktadır. Bu makam, liderlik ve önderlik makamı olduğundan imamet; Peygamberin ardılı ve halefi olduğu için de halifelik olarak ele alınmaktadır. Bu esasa göre imamet, İslam şeriatında Hz. Resulullah’ın (s.a.a) halifesi ve ardılıdır. Elbette onun (imamın) Allah’ın halifesi olarak alınıp alınamaması konusunda da Sünniler arasında iki farklı görüş vardır: bazıları bu unvanı caiz bilmekte ve bazıları doğru bilmemektedirler.[29] Ehlibeyt (a.s) hadislerinde imamet, Allah ve Resulullah’ın halifesi olarak geçmektedir.[30]
Kur’an-ı Kerim, imameti nübüvvetten daha üstün bilmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim'de Hz. İbrahim (a.s) nübüvvet makamına ulaştıktan ve bela ve sınamaları da geçtikten sonra, kendisine imamet makamının verildiği ve bağışlandığı kaydedilmiştir.
“Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara imam/önder yapacağım, demişti. «Soyumdan da (imamlar yap, yâ Rabbi!) » dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez buyurdu.”(Bakara, 124)[Not 1]
Buna ek olarak Allah-u Teâlâ, bu ayetin devamında imameti, ilahî bir ahit ve sözleşme olarak zikretmektedir. Dolayısıyla böyle bir makam insanların seçme ve tayini ile gerçekleşemez.
Ehlibeyt'ten (a.s) nakledilen hadislerde de bu konuya değinilmiştir.[31]-[32]-[33]
İkmal ayetinin nüzul sebebini açıklayan hadislerde[34] de imametin yüce bir makam olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) veda haccında Gadir-i Hum denilen yerde insanlara kendisinden sonraki İslam ümmetinin önder ve imamının Hz. Ali (a.s) olduğunu açıklamış ve bu olaydan sonra İkmal ayeti nazil olmuştur.[35]-[36] Bundan dolayı İslam dini, imamet vesilesi ve sayesinde kendi kemal ve mükemmeliyetine ulaşmıştır.
Tebliğ ayeti de[37] bu minval üzerine nazil olmuştur. Zira bu ayete uygun olarak ve nüzul sebebini açıklayan hadislere göre, imam öyle önemli bir makama sahiptir ki eğer Hz. Peygamber (s.a.a) onu iblağ etmemiş olursa, ilahi risaletini yerine getirmemiş gibi sayılacak ve tüm zahmetleri boşa gidecektir.[38]-[39]
Kur’an-ı Kerim açısından, kıyamet günü herkes kendi önder ve liderinin tarafına doğru hareket edecektir:
“Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde…” (İsra, 71)[Not 2]
Bu konu, Şia ve Ehlisünnettin İmam Rıza’dan (a.s) naklettiği bir hadiste de yer almıştır. Bu esasa göre, kıyamet günü, her insan topluluğu semavi kitabı, peygamberinin sünneti ve zamanının imamı ile birlikte çağırılacaktır.[40] Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İmamlar, Allah kullarının rehber ve yol göstericileridir. Hiç kimse onları tanımadan ve onlar da onu tanımadan cennete giremez ve yine her kim onları inkâr ederse onlar da onu inkâr etmeden cehenneme girmeyecektir.”[41]
Şia imamlarından (a.s) nakledilen hadislerde namaz, zekât, oruç, hac ve velayet İslam’ın erkânından sayılmıştır. Bu meyanda velayet en üstün yere sahiptir, zira diğerlerinin anahtar ve kılavuzudur.[42]
İmamiye kelamcılarının bakış açısına göre, imamet farzdır ve bu farzlık ve vücub (vacip olma durumu) kelami ve itikadidir, yani farzlık ve vaciplik durumu insanlara yönelik değil, bilakis Allah’a yöneliktir. Bu farz ve vacipliğin anlamı, Allah’ın adalet, hikmet, varlık… ve diğer kemal sıfatlarının bunu gerektirdiği anlamındadır. Zira böyle bir eylem ve zorunluluğun terk edilmesi, Allah’ın varlık ve makamında eksiklik ve kusuru gerektirmektedir ve dolayısıyla bu imkânsızdır. O halde bu durum, yani imamın varlığı, Allah tarafından vacip ve zorunludur. Elbette bu vacip ve farz durumu Allah’ın kemal sıfatlarından kaynaklanmaktadır, yoksa kimse bunu Allah’a yükleyerek farz ilan etmemektedir. (Allah’lık sıfatları, insanların hidayet ve yön bulmaları için bunu gerekli kılmaktadır). Nitekim Allah Teâlâ, rahmet ve hidayeti kendisine vacip ve farz ilan etmiştir: Hace Nasir bu konu hakkında şöyle demektedir:
“İmamiye, imamın atanmasını lütuf olarak bilmektedir; zira insanları itaate yakınlaştırmakta ve günahtan uzaklaştırmaktadır ve lütuf da Allah’a farzdır.”[43]
İslam mezheplerinin çoğunda, her ne kadar aralarında imametin farz olma durumu fıkhi, kelami, nakli veya akli olduğunda fikir farklılıkları olsa dahi, imameti farz bilmektedirler
یا أَیها الَّذِینَ آمَنُوا أَطیعُوا اللّهَ وَأَطیعُوا الرَّسُول وَأُولی الأمرِ مِنْکُمْ فَإِنْ تَنازَعْتُمْ فی شَیء فَرُدُّوهُ إِلی اللّهِ وَالرَّسُول إِنْ کُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْیومِ الآخر ذلِکَ خَیرٌ وَأَحْسَنُ تَأْویلاً
Tercüme: “Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (Ulu’l Emr’e) itaat edin. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde o hususta Allah'a ve Peygambere müracaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır, hem de sonu pek güzeldir” (Nisa Suresi - 59)
Bu ayette Allah Teâlâ, Ulu’l-Emr'e itaat edilmesini emretmektedir. Dolayısıyla Ulu’l-Emr olmalıdır ki onlara itaat edilsin.[50] Taftazani bu delile istinaden şöyle demektedir: “Ulu’l-Emr’e itaat etmenin farz oluşu, onun gerçekleşmesine bağlıdır.”[51]
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
مَنْ ماتَ وَ لَمْ یعْرِفْ إمامَ زَمانِهِ ماتَ مَیتَةً جاهِلِیةً
“Her kim zamanın imamını tanımadan ölürse, cahiliyet ölümü ile ölmüştür.”Muhammed b. Ali]]
İmametin açıklanan ve Şiaların itikadında yer alan özüne yönelik ortaya atılan itirazlardan biri, hatemiyetle uyumsuz olduğu iddiasıdır. Çünkü imamet şartlarına haiz olan kişi ile Peygamber arasında hiçbir fark yoktur.[52]
Ayetullah Cafer Subhani bu itiraza şu şekilde cevap vermiştir:
“Nübüvvet ile Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) ilmini insanlara ulaştıranlar arasındaki fark gayet açıktır, özel bir açıklamaya da ihtiyaç yoktur. Zira nübüvvet, vahyin muhatabı idi, Allah’ın kelamını duymakta, onun gönderdiği elçiyi (Hz. Cebrail’i) görmekte ve bağımsız bir şeriata sahip veya kendisinden önceki şeriatı yaymakla görevlidir. Ancak İmam, vahye muhatap olmaksızın, yani Allah’ın kelamını duymadan ve kelamı taşıyan meleği görmeden, ümmetin ihtiyaç duyduğu her konuda ledünni ilim sahibi, peygamberin de hazinedarıdır.”[53]
TURCAV Burs Başvuru Formunu PDF formatında bilgisayarınıza veya telefonunuza indirmek için: