Mead (Arapça: المعاد), İslam dini usullerine göre insanın ölümden sonra kıyamet günü'nde yeniden döndürülmesi ve geri dönülecek yer anlamındadır. Bu esasa göre tüm insanlar kıyamet günü yeniden diriltilecek, yaptıkları ameller ilahî makamda tartılacak, iyilik ve kötülükleri karşılığında ya cezalandırılarak ve azaba uğrayacaklar veya mükâfatlandırılarak cennetle ödüllendirileceklerdir. İslam dininde Mead, oldukça önemli bir konudur. Kur’an-ı Kerim’in yaklaşık üçte biri mead ve onunla ilgili konuları içermektedir. Bu ilkeye inanç, Müslümanların davranışlarında çok büyük rol oynamakta, kişinin iyiliğe ve salih amellere yönelmesine, kötülük ve günahlardan kaçınmasına neden olmaktadır.
Mead, birkaç şekilde betimlenebilir. Ruhani mead, cismani mead ve ruhani-cismani mead. Mead’a yönelik en önemli itiraz meadın akli tahakkukunun imkânı (Mead’ın akıl açısından tahakkuku mümkün müdür?) ve vukuunun imkânıyla ilgilidir (Mead’ın akıl açısından gerçekleşmesi mümkün müdür?). Bu konudaki kuşkular; “âkil-me'kul” (yiyen ve yenilen) şüphesi, iade-i madum şüphesi (yok olanın iadesi) ve Allah’ın ilim ve kudretiyle ilgili şüphelerdir. Kur’an-ı Kerim, meadın mümkün olduğunu ispat etmek için birkaç benzer (dünyada bazı insanların dirilmesi, bazı hayvanların dünyada dirilmesi, toprağın ve bitkilerin ölümden sonra dirilmeleri gibi) örneklere işaret etmiştir. Mead’ın akli olarak mümkün olduğunu ispat etmek için de birkaç akli delil (hikmet, adalet ve rahmet delilleri gibi) ortaya koymuştur.
Cismani Mead, İbn-i Sina ve Meşşai Felsefe açısından ispat edilememektedir. Ancak masumlardan (a.s) nakledilen rivayetlerden dolayı, ona inanmak, zorunludur. Molla Sadra, Misali cisimle Cismani Mead teorisini açıklayarak, cismani mead konusunda felsefe ve dini metinler arasında bir barışıklık meydana getirmiştir.
“Mead” sözlükte geri dönmek ve mütekellimlerin teriminde ise, insanın ölümden sonra hayata geri dönmesi anlamındadır. Buna göre insan yaşama yeniden geri dönecek ve kıyamet günü amelleri tartılacaktır. İyiler sevapları karşılığında ebedi cennete ve kötüler ise, yaptıkları günahlar karşılığında cehennem azabına duçar olacaklardır.[1]
Mead’a inanç, iki yönden insan yaşamında etkilidir.
Mead inancı olmaksızın tevhit inancı bile gerekli tam ve geniş bir eser bırakamaz. Çünkü mead’ın olmadığı tevhit, insan üzerinde gerekli ve tam bir etkiye sahip olmayacaktır. Bundan dolayı mead’a fazlasıyla önem verilmiş ve semavi dinlerin üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri olmuştur. Özellikle İslam dini ve Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) bu ilkenin gönüllere nüfuz etmesi için çok çaba sarf etmiştir.[2]
Ölümden sonra yaşam ve Mead’ın doğru bir şekilde idrak edilmesi, ruhun niteliği ve bedenle olan ilişkisini bilmeye bağlıdır. Bu bakış açısına göre ruh, bedenden ayrı ve onun özelliklerindendir. Bu yaklaşıma göre ruh hakkında birkaç noktayı kabul etmek ve üzerinde durmak gerekir:
Bundan dolayı vücuttaki hücrelerin değişimi insandaki birlik ve bütünlüğe bir zarar vermemektedir. Çünkü insan hakikatinin vahdet ve birliğinin ölçüsü, ruhun vahdet ve birliğidir. Dolayısıyla ölüm esnasında, ölüm meleği tarafından kabzedilmektedir. Oysa bu insanın bedeni, ölümden sonra zamanla çürümekte ve yok olmaktadır.[3]
Kur’an-ı Kerim bu hakikate işaret ederek, mead’ı inkâr edenlerin söylediği “insan bedeninin bileşenleri çürüdükten sonra nasıl yeni bir hayata sahip olabilir?” sözüne karşılık şöyle buyurmaktadır: “De ki: Size vekil olan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde, 11)
a) Ruhun Dünyevi Maddi Bedene Geri Dönüşü: Mütekellimler Kur’an ayetleri ve hadislerin zahirine binaen, kıyamet günü bu dünyevi beden ya da ona benzeyen başka bir bedenin ruhla birlikte diriltileceğinin görüşündedir.[7]
b) Ruhun Misali Bedenle Bütünlüğü: Molla Sadra iki noktayla karşı karşıya kalmıştı. Bir yandan ayet ve hadislerin zahiri, açıkça insan cisminin geri döneceğinden bahsetmekte ve öte yandan “âkil-me'kul” (yiyen ve yenilen) şüphesi gibi şüpheler ve bu maddi ve cismi unsurla cismani mead’ın kabul edilmesini yanlış bulmakta ve akla aykırı bilmekteydi. Bundan dolayı, misali cisim mead’ı teorisini ortaya koymuş ve bu iki görüşü birleştirmiştir. Bu görüşe göre, insan nefsi (ruh) bu maddi bedenden ayrıldıktan sonra, tüm yönlerden dünyevi bedene benzerliği olan berzah ve kıyamet âlemine uygun misali bir beden icat edecektir. Bu beden, dünyevi bedenin bir benzeridir, ancak aynısı değildir. Maddi hususiyetleri olmasına rağmen maddi değildir.[8]
c) Vücudun Mücerret (Soyut) Ruha Dönüşü Teorisi: Hikmet-i Mütealiye Felsefesinden bazı filozoflar, Molla Sadra’nın inancına aykırı olarak konuyu şu şekilde açıklamışlardır: Beden kıyamet günü nefis tarafından oluşturulmayacaktır. Bilakis nefis (ruh) bedenden ayrıldıktan sonra dünyevi beden, aynı şekilde hareket ve tekâmül seyrini sürdürecektir. Bu cevheri hareket, nefse yeniden ulaşma ve ahiret yurdunda yeniden onunla birleşmeye kadar gidecek liyakate sahiptir. Dolayısıyla Mead’da, dünyevi bedene doğru giden bu nefis (ruh) değildir. Bilakis bu beden nefse (ruha) doğru yükselerek hareket etmekte ve yeniden onunla birleşecektir.[9]
Mead’ı kanıtlamak için iki delil kategorisini ileri sürmemiz mümkündür. Birinci kategori, başka bir âlemin varlığının zorunluluğunu kanıtlamakta ve diğeri ise, ayet ve hadislerin yardımı ve benzer konuların açıklaması ile mead’ın mümkün olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu delil birkaç aşamadan oluşmakta ve insanlarda bulunan genel fıtri eğilim, mead’ın ispat edilmesi için kullanılmaktadır.
— Her insanın ölümsüzlük ve kalıcı olma eğilimi vardır;
— Allah Teâlâ insanda bulunan hiçbir eğilimi boşuna yaratmamıştır. Zira Allah Teâlâ hikmet sahibidir ve hikmet sahibi boş ve anlamsız iş yapmaz;
— Öte yandan bu dünyanın kalıcılığı ve ebedîliği yoktur;
Dolayısıyla insandaki bu kalıcılık eğilimi ebedi ve sonsuz başka bir dünya ile karşılanmalıdır.[10]
— Dünya ve insanlar, Allah’ın mahlûklarıdır;
— Allah’ın yaratması, diğer işlerinde olduğu gibi amaçsız ve boş değildir;
— Allah Teâlâ, dünyayı kullarına en çok hayır ve kemal kazandıracak bir şekilde yaratmıştır;
— İçinde bulunduğumuz maddi dünya, şer ve hayırdan oluşmakta ve birbiri ile uyumsuz ve çatışma halindedirler;
— İnsan, kalıcı ve ebedi olma kabiliyeti olan bir ruha sahiptir ve dolayısıyla sonsuz kemale ulaşabilir;
— İnsan yaşamı eğer bu dünya ile sınırlı olursa, Allah’ın insan ve dünyayı yaratmadaki amacı sağlanmış olmayacaktır. Bu durumda kesin olarak şu soru sorulacaktır ki ‘neden Allah yaratmakta ve yok etmektedir?’
Dolayısıyla Allah’ın hikmetinin kesin olduğunu dikkate alarak söylememiz gerekir ki Allah’ın hikmet ve yaratmadaki amacının sağlanması ve temin edilmesi için kesinlikle bu dünyanın ardında başka bir dünyanın da olması gerekmektedir. Bilhassa bu dünyada çekilen büyük sıkıntıları göz önünde bulunduracak olursak, eğer bu dünyadaki gibi acı ve sıkıntılarla iç içe bu dünyanın aksine benzeri dünyaların devamı niteliğinde dünyaların bu şekildeki sonsuza kadar devam etmesi halinde bile, bu dünyalar Allah’ın hikmeti ile çelişecek ve bu amaç gerçekleşmeyecektir.[11]-[12] Kur’an-ı Kerim aşağıdaki ayette bu delile güzel bir şekilde işaret etmiştir:
“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. Şüphesiz (hakkı bâtıldan ayıran) hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür.” (Duhan, 38-40)
— Allah, rahîmdir;
— Allah’ın rahmeti tüm varlıkları kapsamaktadır;
— İlahî rahmetin tüm kulları kapsaması, her mevcudun istidat ve kabiliyetlerinin uygulama ve pratiğe geçmesini ve erinleşmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla bu nimetten mahrum kalmamasını gerekli kılmaktadır;
— İnsan, bu dünyada ihtiyari ve seçime dayalı işlerin vasıtasıyla kemale ulaşmakta ve manevi nimetlerden yararlanma kabiliyetine ermektedir;
— Bu dünya, maddi kısıtlama ve sınırlamalardan dolayı, insan, seçme yetkisiyle yaptığı eylemlerinden kaynaklı kemallerinin sonuçlarından yararlanma potansiyeline sahip değildir;
Dolayısıyla her insanın yaptığı şeylerin karşılığını alması için başka bir âlem ve dünyaya ihtiyaç duyulmaktadır.[13] En’am suresinde Allah Teâlâ buna güzel bir şekilde değinmiştir:
“(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. «Allah'ındır» de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.” (En’am, 12)
— Allah’ın sıfatlarından biri de adalet sıfatıdır;
— İnsan bu dünyada iyi ve kötü işleri seçme ve yapma konusunda özgürdür;
— Bazı insanlar kendi özgürlüklerini olumlu olarak kullanmış ve ömürlerinin tamamını Allah’a ibadetle ve kullara hizmet etme yönünde harcamıştır. Buna karşın bazıları ise, ziyankârlık yaparak dünyada heveslerinin peşi sıra gitmiş ve en kötü zulümlere ve en çirkin günahlara dalmışlardır;
— Kullar konusunda, adalet, herkesin yaptıklarının karşılığını tam olarak görmesini gerektirir. Salihler mükâfat görmeli ve ödüllendirilmeli; suçlu ve günahkârlar ise, cezalandırılmalıdır;
— Bu dünya, insanın yaptıklarının karşılığını tam olarak almasına elverişli ve yeterli değildir. Nitekim insanların birçoğu yaptıklarının karşılığı olan mükâfat ve cezalandırmaya uğramamışlardır;
Dolayısıyla bu dünya kulların sınanma ve teklif yurdu olduğundan, insanların yaptıklarının karşılığına ceza ve mükâfat olarak ulaşmasını sağlayacak başka bir dünyaya ihtiyaç vardır. Bu şekilde her bir birey yaptıklarının karşılığına ulaşacak ve Allah’ın adaleti sağlanmış olacaktır.[14] Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’in birkaç ayeti kerimesinde iyilerle kötülerin bir ve eşit olmadığını belirtmiş ve onlara farklı davranacağını ifade etmiştir:
“Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.” (Casiye, 21 -22)
Kur’an-ı Kerim’e iman edenler, varlıkların şekil değişikliğine uğradıktan ve ölümlerinden sonra dirilme örnekleriyle Mead’ın mümkün ve olabilirliğine itminan etmekte ve Allah’ın bunu gerçekleştirme kudretine sahip olduğuna inanmaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’in bazı ölülerin dirilmesine değindiği örnekler şunlardan ibarettir:
“Böylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vaadinin hak olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler.” (Kehf, 21)
“Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir; ölüleri diriltirim.” (Al-i İmran, 49)
“Şimdi Allah'ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye güç yetirendir.” (Rum, 50)
Kuşların yeniden diriltilmesi ve Hz. Uzeyr’in yeniden dirilmesi gibi konular da Kur’an-ı Kerim’de yeni bir hayatın örneklerini teşkil etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin üçte birinden çoğu sonsuz yaşam hakkındadır. Bu ayetleri yedi kategoriye ayırmamız mümkündür:
Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine dikkat edilecek olursa, peygamberlerin konuşmalarının önemli bir bölümünün, tartışma ve münakaşalarının büyük bir kısmının mead’la ilgili konularda olduğu görülecektir. Hatta onların mead’ın ispatı için yaptıkları çabanın tevhidin ispatı için gösterdikleri çabadan daha çok olduğunu söylemek mümkündür.
Bunun nedeni, insanların bu ilkeyi kabul etmede daha çok güçlük çıkarmalarından ötürüdür.
Kur’an-ı Kerim açısından, insanların Mead ilkesini kabul etmelerindeki güçlüğün illet ve kökeni hakkında birkaç noktaya değinilmektedir:
“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter. Fakat insan önündekini (kıyameti) yalanlamak (başıboşluk) ister.” (Kıyamet, 3-5)
Cismani mead için ileri sürülen en eski şüphelerden biri şudur: Eğer bir insan başka bir insanın yiyeceği olursa, me’kul’un azaları (yenilen insanın organları) Mead gününde ya akilin (yiyenin) bedeninde ya da me’kulun (yenilenin) bedeninde geri gelecektir. Her ne şekilde düşünülecek olursa olsun, onlardan birinin bedeni kıyamet günü tam ve eksiksiz haşredilmeyecektir. Meşşai Felsefe bu şüphe üzerine, akli açıdan cismani meadın ispat edilmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Ancak mütekellimler ortaya atılan bu şüphenin cevabı için farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mütekellimlerin çoğu, vücudun temel organları ile temel olmayan organlarının ayrıştırılması ile ve vücudun temel organlarının hiçbir surette başka bir varlığın vücuduna geçemeyeceğini savunarak bu soruya cevap vermişlerdir. Misali vücut teorisi ile bu şüpheyle karşılaşmayan Molla Sadra (r.a), cismani mead’ı başka bir yolla açıklamıştır.[20]
Mead konusunda ileri sürülen kuşkulardan biri de şudur: İnsan öldüğü zaman ruhu ondan ayrılır ve bedeni çürüyerek yok olur. Oysa eğer mead gerçekleşecek olursa, Allah’ın madum (yok olmuş) bir varlığı yeniden yaratması gerekir. Öte yandan felsefi açıdan iade-i madum (yok olanın iadesi) imkânsızdır. Dolayısıyla Mead da imkânsız olur.[21] Ancak Kur’an-ı Kerim de Allah Azimuşşan bu soruya şöyle cevap vermektedir: İnsan ölümle yok ve madum olmamaktadır. Bilakis ölüm meleği, insanın canını alarak Allah’a doğru götürür. Dolayısıyla Mead, madum olmuş bir şeyin iadesi ve yeniden geri döndürülmesi değildir. Bilakis mevcut olan ruhun geri dönüşüdür. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “«Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten (o vakit) biz mi yeniden yaratılacağız?» derler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde, 10-11)
Ortaya atılan kuşkulardan biri de şudur: Her şey, yapılması ve meydana getirilmesi için bir faile ve o işi yapana ihtiyacı vardır. O işin gerçekleşmesi için de o şeyin kabiliyeti, yeteneği ve yatkınlığının olması gerekir. Mead da aynı özelliğe sahiptir. Eğer Mead tahakkuk bulmak isterse, bir yandan birisinin (Allah’ın) bu işi yapmak için güce ve yeterli ilme sahip olması gerekir ki her bir ruhu tam olarak titiz bir şekilde kendisine ait vücuda geri döndürebilsin. Öte yandan vücudun da geri dönmeye kabiliyet ve yatkınlığının olması gerekir. Oysa yaşam ve hayatın oluşması, yavaş yavaş ortaya çıkan bir takım sebep ve koşullara bağlıdır. Örneğin sperm rahime yerleşmeli ve onun gelişmesi için uygun bir ortam oluşmalı ve yavaş yavaş cenin olgunlaşmaya ve insan şekline bürünmeye başlamalıdır. Ancak çürümüş ve parçalanmış bir beden, artık yaşama kabiliyet ve yeteneğine sahip değildir.[22]
Kur’an-ı Kerim bu şüpheye birkaç şekilde cevap vermiştir: Bazen mead’ı yeryüzünün yeniden canlanmasına benzetmiş ve bazen insanların ilk yaratılışıyla mukayese ederek kendi kudretini hatırlatmıştır. Dolayısıyla bedenleri çürümüş ve toprağa dönüşmüş insanlar, yeniden diriltilecek, ayaklanacak ve kıyamet için hazırlanacaklardır:
“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahîmlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir.” (Hac, 5)
Çürümüş ve parçalanmış bir bedenin yeniden dirilme kabiliyeti hakkında ise şöyle demek gerekir ki dünyada görülen bu kural ve düzenler, âlemdeki tek mümkün düzen değildir. Bu dünyada tecrübe ve deneyimle bilinmekte olan illet ve sebepler, münhasır ve bunlarla sınırlı illet ve sebepler değildir. Kur’an-ı Kerim’in de bazılarına değindiği gibi bu dünyada bazı hayvan ve insanların yeniden dirilmesi gibi olağanüstü olaylara bunun için örnek verilebilir.[23] Allah’ın ilmi konusunda ise, Allah’ın sonsuz ilmine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Firavun “Öyle ise, önceki milletlerin hali ne olacak?” dedi. Musa “Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne yanılır ne de unutur” dedi. (Taha, 51-52)
TURCAV Burs Başvuru Formunu PDF formatında bilgisayarınıza veya telefonunuza indirmek için: