Nübüvvet (Arapça: النبوة), insanların hidayeti için Allah tarafından görevlendirilen haberci ve elçi anlamına gelir. Yaratılışın hedefine ulaşması ve insanın istenilen noktaya ulaşması için peygamberlerin gönderilmesi zorunludur. Peygamberlerin en önemli özelliği vahiy, mucize ve ismet sıfatına sahip olmalarıdır.
Nübüvvet öğretileri dinin ilke ve usullerinden sayılmaktadır ve Müslüman olmak için ona inanmak şarttır. Kur’an ve nebevi sünnette isimleri belirtilen peygamberler ile İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) bu anlamda Allah tarafından görevlendirilen peygamberlerdendir. Nübüvvet, Hz. Âdem (a.s) ile başlamış ve Kur’an ayetlerinin tasrihi ile Hz. Muhammed Efendimizle (s.a.a) sona ermiştir. Şialar ve Sünniler bu konuda aynı görüşe sahiptirler.
“Nübüvvet” sözcüğünün anlamı hakkında Müslüman düşünürler ve âlimler her görüş ve ideoliji ile nübüvvet için tanımlar ileri sürmüşlerdir. Bazıları “nübüvveti” özellik ve gerekleri ile tanımlamış, bazıları ise, dakik ve kapsayıcı tanımlar ileri sürmek için çaba sarf etmişlerdir. Tüm bu tanımların ana özelliğinde şu noktalar vardır:
Dolayısıyla peygamber, insanların hidayeti için başka insanların vasıtası olmadan ilahî kaynaktan aldığı marifet ve bilgileri halka iblağ eden insandır.[19] Bu şekilde birkaç bileşenle nebinin tanımı kısıtlanmaktadır.
“Nebi” ve “resul” kelimesi arasındaki farklar ve ilişkiler konusu kelam ilminin kapsamlı tartışmalarındandır. Ahzab suresi 40. ayet gibi, Kur’an’ın bazı ayeti kerimelerinde Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) için hem “resul” ve hem de “nebi” kelimeleri birlikte kullanılmıştır. Müfessir ve mütekellimler arasında bu iki kelime arasındaki farklar ve ilişkiler ayrıntılı bir biçimde tartışılarak ele alınmıştır.
Bunlardan bazıları “resul” ve “nebi” kelimelerinin anlam yönünden müteradif ve mısdak yönünden de bir olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre nebi, resuldür ve resul de nebidir.[20] Buna karşın ünlü görüşe göre nebi ve resul, mısdak açısından umumi ve hususi mutlaktırlar. Yani her resul, nebidir; ancak her nebi resul değildir. Dolayısıyla bu görüşe göre, nübüvvet makamı insanların ulaşamayacağı derecede yer alan yüce bir makamdır ve bu makam, bazı enbiyaların risalet makamına ulaşmalarına ortam hazırlayıcıdır.[21]
Risalet de nübüvvet gibi Allah tarafından kulları için gönderilmiş bir hilafet makamı ve Allah ile kulları arasındaki vasıtadır. Resul, Allah’ın istedikleri dışında bir şeyi istememekte ve risalet görevini yerine getirmek ve Allah’ın emirlerini insanlara ulaştırmak dışında bir amacı yoktur.[22]
“Resul” ve “nebi” arasındaki farklar, bu ikisi arasında farklılık olduğunu ileri süren teoriye muvafık mütekellimler arasında farklı görüşleri barındırmaktadır.[23] Bu konudaki en önemli görüşler şunlardan ibarettir:
Elbette tüm bu farklar bir delille doğru değildir; zira bu iki sözcük bir peygambere ıtlak olmuştur. Örneğin “resul” ve “nebi” kelimeleri Hz. İsa Mesih (a.s) veya Hz. Muhammed Mustafa’ya[29] (s.a.a) ıtlak olmuştur.
Bazı hadislerde, bu itirazların yanıtında şöyle denmiştir: Hz. Peygamberin (s.a.a) kişisel meseleleriyle ilintili konularda hitap “nebi” diye gerçekleşmektedir. Örneğin: “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle…”[30] ve “resul” hitabı ise, risalet yüküyle yüklenmesi ve umumi risaletin içeriği ile ilgili olduğu konulardadır. Örneğin: “Ey Resul! tebliğ et.”[31]-[32]
İnsanın dine olan ihtiyacı ve peygamberlerin gerekliliği konusu kelam ilminin en önemli konularındandır ve her zaman mütekellim ve filozofların ilgisini çekmiştir. Bu konu eski zamanlardan beri farklı ekollerdeki düşünürlerin tartışmalarına neden olmuştur. Bu meyanda yalnızca Hinduizm’de Brahmanlar, ilahî peygamberlerin gönderilişine ve semavi şeriatın nazil olmasını gerekli bilmemektedir. Buna karşın diğer düşünce sahipleri peygamberlik ve nübüvvetin matlup ve istenilen bir şey ve hikmet üzere olduğu, gerekli ve gerekli olmadığı konularında tartışmalar yapmışlardır. Son asırlarda da batılı bazı filozoflar, dinin afyon olduğunu iddia etmiş ve dinler ve ilahî peygamberlerin varlığını gerekli görmedikleri gibi, zararlı, gelişmeye engel, insan özgürlüğü ve milletlerin afyonu olduğunu ileri sürmüşlerdir.[33] Ve kendilerince bazı deliller ileri sürmüşlerdir.
Onlardan bazıları dinin dış yönlerine, bazıları ise yalnızca dini ilke ve tartışmalara yöneliktir.
Beşeri ilimlerin nazari bahislerini konu alan bu yaklaşıma göre, peygamberlerin gönderilmesi zorunlu ve gereklidir. Bu yaklaşım birkaç ön sözden oluşmaktadır:
Peygamberlerin en önemli ve temel özelliği, gaybi ilimleri ile olan ilişkileri ve vahiy aracılığı ile ilahî mesajları almalarıdır. Vahiy, dini terminolojide özel öğretiler ve kati bilgilerdir; Allah katında seçilen bazı insanlara indirilmektedir. Bunun sonucunda gayp âleminden bir kapı ve mana âleminden yeni ufuklar enbiyanın üzerine açılır.[53]
Allah tarafından gönderilen her peygamberin olağanüstü güç ve kudreti bulunmaktadır. Peygamberler insanoğlunun yapmaktan aciz olduğu ve insanüstü olan bu güçle bir veya birkaç şey yapabilmektedirler. Bu olağanüstü işleri yapmak, onların ilahi yardımlarla donatıldığını ve Ondan yararlandıklarını göstermektedir. Bu olağanüstü işler, peygamberlerin davetlerinin ve sözlerinin ilahî olduğunun bir kanıtıdır.
Bu olağanüstü işleri yapmak mucize olarak adlandırılmaktadır. Kısacası mucizeden maksat, nübüvvet (peygamberlik) iddiası ve meydan okuma ile birlikte karşısında kimsenin bir şey yapamayacağı ve önünü alamayacağı olağanüstü işlerin yapılmasıdır.[54]
Peygamberlerin bir diğer belirgin özelliği de insanların onlara güvensizliğine neden olabilecek işlerden uzak durmaları ve korunmalarıdır. İmamiye mütekellimlerin görüşüne göre ismetten maksat, Allah’ın lütfu sayesinde insanın günahtan kendi isteği ile kaçınması ve imtina etmesidir.[55] Bu özellik, Allah tarafından kuluna verilen nefsani bir meleke ve lütuftur. Şöyle ki her ne kadar günah işleme gücü olsa da artık onda itaatsizlik veya günah işleme motivasyonu bulunmamaktadır.[56] Peygamberlerin ismet ve masumiyeti kaç konuyu kapsamaktadır:
Velayetten maksat, başka insanlar hakkında bir şekilde tasarrufta bulunmaya ruhsat ve onlara yöneticilik anlamına gelen Allah’a yakınlıktır.[57] Bu velayet: tekvini ve teşrii olmak üzere ikiye ayrılır:
Bu velayetten maksat; dünya ve dünya ötesindeki varlıklara yöneticilik ve onların durumlarında değişikliği beraberinde getirecek onlara doğrudan tasarruf hakkıdır. Teşrii velayet de kendi arasında birkaç kısma ayrılmaktadır: tefsiri velayet, içtimai velayet, politik yöneticilik ve şer’i hükümlerin teşriinde velayet.
Velayet tüm kısımlarıyla birlikte Allah’a özgüdür. Bazı durumlarda peygamberlere ve bazı insanlara velayet hakkı verilmiştir. Peygamberler tekvini ve içtimai velayete sahiptirler. Yeni din getirmeyen peygamberler, tefsiri velayete de sahiptir.
Hükümlerin teşrii velayeti konusunda, İmamiyyenin meşhur görüşü şudur: Yalnızca İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) o da yalnızca birkaç özel hükümde, böyle bir hakka sahip olmuştur ve Allah’tan başka hiç kimsenin ilk şer’i hükümleri teşri etmeye hakkı yoktur. Bu birkaç özel hüküm şunlardan ibarettir: Dört rekâtlı namazlara iki rekât namazın eklenmesi, akşam namazına üçüncü rekâtın eklenmesi, her ay üç gün istihbab ve sarhoş edici her şeyin haram oluşu.[59]
Peygamberlerin bir diğer özelliği, sözlerinin başka insanlara hüccet ve kanıt oluşudur. Peygamberlerin günah ve hatadan masumiyet ve velayetlerinden dolayı sahip oldukları bu özellikten maksat, peygamberlerin sözlerindeki delil ve kanıtlardan dolayı değil, resulün zati kişiliği ve kişisel haklarından dolayıdır. Bu onların sözlerinin sıhhatini tazmin etmekte ve halkın onlara bağlılıklarına neden olmaktadır. Yani insanlar, peygamberin nübüvvetini kabul ettikten sonra, artık onların diğer söz ve mesajları için onlardan delil ve kanıt istememektedirler.[60]
Sözlerinin dayanağı, ortaya koydukları delilden dolayı değil, kendi kişilikleridir. Elbette peygamberlerin sözlerinden maksat, onların sözlerinin istidlal içerikli ve makul olmadığı anlamında değildir. Bilakis kendi sözleri için delil getirmeye ihtiyaç duyulmamasıdır.[61] Bu özellikten dolayı ilahî peygamberlerin itaatleri, Allah’a itaatle aynı ayardadır ve insanların onlara uymaları lazım ve farzdır.[62] İnsanlara Allah’a itaat ettikleri gibi peygamberlere itaat etmeleri emredildi.[63]
İlahî peygamberler, insanları kemale ulaştırmak ve Allah’a yakınlaştırma maksadıyla batıni ve toplumsal velayetle donatılmıştır. Liderlik ve insanların hidayet işini daha iyi yapmaları için hükümlerin teşri nedenini, kriterlerini ve bazı işlerin tekvinini bilmeleri de gerekir. Kur’an-ı Kerim, “ilim” ve “hikmeti” peygamberlerin iki özelliği unvanı ile belirtmiş ve peygamberlerin bazı şeylere ilim ve bilgilerinin olduğunu belirtmiştir. Bu ilim aşağıdakileri kapsamaktadır:
Gayp ilminden maksat, duygu ve hislerle idrak edilemeyen gizli şeylerden haberdar olmak demektir. Bu ilim Allah’a mahsustur ve yeterliliği olan ve bu özellikten kötü bir şekilde istifade etmeyen kişilere de Allah kişinin kendi kapasitesi ölçüsünde vermektedir.[68]
TURCAV Burs Başvuru Formunu PDF formatında bilgisayarınıza veya telefonunuza indirmek için: